‘Kimse kimseye bir şey öğretemez’ der eskiler.
Çok da doğru derler. Modern bilimin iddiası da benzer şekilde ‘öğrenmenin bireysel bir süreç’ olduğu yönünde.
Öyleyse öğrenme yolculuğuna çıkan ‘öğrencilerimize’ kendi öğrenme süreçlerinin bilinç ve sorumluluğunu alma becerisi kazandırarak eğitim sistemine katkı sağlamak mümkün.
Birçok eğitim programında ‘öğrenme becerileri’ (study skills) başlıklı çalışmalarla öğrencilerin kendi öğrenme yolculukları sırasında ihtiyaç duyacakları beceriler kazandırılıyor.
Bu türden çalışmaları Antalya Bilim Üniversitemiz yabancı diller bölümünde ‘öğrenme stratejileri’ seminerleri şeklinde yıllardır uygulayan bir eğitimci olarak benzer programların ciddi ve işlevsel strateji ve ekiplerle eğitim sistemimize dahil edilmesi çoğu konuya çözüm olacaktır diye düşünüyorum.
Hemen her sistem değişikliğinin altında - en azından görünürde - iyileştirme niyeti vardır. Madem öyle, nasıl oluyor da bu değişiklikler uygulama kısmında başarısızlıkla sonuçlanıyor?
Sorumuzun analizi derin; ben bu yazımızda sadece birkaç tespit yapacağım.
1. Değişimi yönetmek:
Değişim, başlı başına bir strateji işidir ve sistemsel bir değişikliğin başarıyla yürütülebilmesi onunla ilgili tüm birimlerin sürece dahil edilmesiyle mümkün olabilir.
Bu anlamda, eğitimde yeni bir sistem kurulacaksa öğretmenlerden, eğitim öğretim kaynak ve gereçlerini hazırlayan kurum veya şirketlere, öğrenci ve velilerin uyum süreçlerine kadar eğitim camiasının tüm detaylarını değişim sürecine ‘gönüllülük, isteklilik ve inançla’ dahil etmek şarttır.
Değişim sürecine dahil edilmeyip bir gün ‘yukarılardan’ gelen birkaç emirle uyuma zorlanan bir eğitim kadrosuyla sadece sancılı bir sürece girilmiş olur - ki son dönemlerde ziyaret ettiğim okullardaki meslektaşlarımızdan gelen en yaygın serzeniş bu yönde oldu: ‘Eğitimle ilgili kararlar alınırken bizleri bu sürece dahil etmiyorlar ama yeni sistemi uygulayacak kişiler biziz, bunu unutuyorlar’.
Sistem sistem sistem!
Ok, sistem mükemmel olabilir fakat onu uygulayacak olan eğitmenler insan ve insan duygusal bir varlık.
Ve düşünce ve davranışları duygular şekillendirir.
Öyleyse biz ne kadar muhteşem sistemlerden bahsedersek edelim, eğer onu uygulayacak kişileri değişim sürecine dahil etmez ve sistem hakkında yeterince bilgilendiremezsek, sistem er ya da geç tıkanacak ve orta yerde yeni değişikliklerle toparlamaya çalışırken daha da büyük zararlara neden olunacaktır.
Özetle, değişimi planlarken sadece üst yönetim ya da onlara yakınlardan oluşan kurulları değil, tüm eğitim birim ve bireylerini akıllıca planlanan süreçlere dahil etmek zorundayız.
2. Her güçlü sistem onu uygulayacak bireylerin güçlü donanımına muhtaçtır:
Sistemlerin ayakta kalabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi onu uygulayacak bireylerin mesleki ve bireysel donanımlarına bağlıdır.
Bireylerin donanımlarından bahsedildiğinde hem kişisel hem de mesleki donanımlarına dikkat çekmek istiyorum. Kişisel huzuru ve sağlığı olmayan birisinin en başta kendisiyle ve sonrasında da (sosyal ya da mesleki) çevresiyle iletişimi sekteye uğrar.
Her bir eğitmenin fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlıkları yaptıkları işle birlikte onların dünyayla iletişimlerinde de etkili olacaktır. Bu nedenle de eğitim kurumlarımızda çalışan tüm öğretmenlerimizin bütüncül sağlıklarına katkı sağlayıcı stratejiler geliştirilmesi, yaşam şartlarının bu doğrultuda iyileştirilmesi şarttır.
Bunu başarabilmek içinse mutlaka farkındalık oluşturmak temelli ortak programlarda öğretmenlerin birbirleriyle iletişim kurmalarına imkan sağlamak, iletişim becerilerini geliştirmek gerekecektir.
Kendisinden memnun olmayan, kendisine yardım edemeyen, iç dünyasıyla sağlıklı iletişimler kuramayan bir kişinin öğretmen olarak öğrencileri, meslektaşları ve velilerle sağlıklı iletişim kurabilmesi beklenemez.
Kısacası mevcut eğitim kadrolarını kişisel ve mesleki anlamda canlandırmak, coşkularını tazelemek, iletişim becerilerini en üst düzeye taşımak şart.
Özetleyecek olursak, bir kurumun ya da sistemin gücü, onu oluşturan her bir bireyin kişisel ve mesleki donanımlarıyla doğru orantılıdır. Güçlü bir eğitim sistemi kuracaksak, onu oluşturan her bir eğitim gönüllüsünün bireysel gelişim ve olumlu dönüşümlerine katkı sağlamak zorundayız.
3. Etnopedagoji ve eğitim materyalleri üzerine fikirler:
Bir ülkenin eğitimi çoklu unsurlara dikkat etmeyi gerektirir.
Tarihten sosyolojiye, sosyal psikolojiden felsefe ve din psikolojisine ve daha birçok hususun dikkatle ve bilimsel çalışmalar ışığında serpiştirildiği bir müfredat ve o müfredatla uyumlu metodolojilerle hazırlanan eğitim materyallerine ihtiyacımız var.
Alanlarında uzman, başarılı, ama özellikle de sahadan gelen (yani kaynak materyal hazırladığı yaş grubuyla sınıf ortamında yeterince çalışmış) yazarlar ve uzmanlarla üretilen eğitim materyalleri çıkardığımızda eğitimin yan unsurları olarak ‘sorun’ diye tanımladığımız birçok konu çözülebilecektir.
Tabi bu kurullara seçilecek bireylerin ikinci maddede bahsi geçen ‘kişisel ve mesleki donanımları’ en büyük öncelik olacaktır, olmalıdır.
Sadece birlerinin yakını, tanıdığı ya da yüksek puanla iyi üniversiteleri (ya da yurtdışından okullar) bitirmiş insanlardan oluşturulan kurullarla, etnopedagoji bilmeyen ve onu önemsemeyen batı hayranı kişilerle - ünvanları ne olursa olsun - faydalı materyal hazırlanamaz.
Başka kültür ve ulusların tedrisatına hayranlık duyup ithal sistemlerle mevcut topraklarda değişim yönetmek isteyenler hüsrana uğrayacaklardır ve uğramışlardır çünkü biz Anadolu insanıyız. Finlandiya ya da başka memleketlerdeki ‘başarılı’ şablonların bu topraklarda filizlenebilme olasılıkları yoktur.
Bize ait çalışmaları yapmak ve bunu yaparken de özetle bir iki ve üçüncü maddede değindiğimiz tüm hususları göz önünde bulundurmamız kaçınılmazdır.
4. Eğitimcilerin o eski adanmışlıklarına ihtiyacımız çok:
Eğitim seminerlerine gittiğimde ilk sorum şu oluyor:
‘Siz kendi çocuğunuzu ya da sevdiğiniz bir akrabanızı, sizin gibi bir öğretmene teslim eder miydiniz?’
Sanırım her birimizin kendimize bu soruyu sormamız gerekiyor.
Ve durum sadece öğretmenlerle kısıtlı da kalmamalı. Tüm meslek grupları kendilerine bu soruyu samimiyetle sormalı ve dürüstçe cevaplarını vermeliler.
Örneğin her doktor kendisine:
‘Ben kendi evladımı, eşimi, anne babamı ya da kendimi, bir doktor olarak kendime emanet eder miydim? Ve o durumda nasıl muamele gösteriyorsam, şimdi, mevcut görev yerimde diğer hastalarıma da aynı ihtimam, şefkat ve sevgi-saygıyla ilgi gösteriyor muyum?’
Ya da bir aşçı kendine:
‘Ben kendi evimde, çocuklarıma ve diğer aile fertlerine şu an görev yaptığım yerde kullandığım malzemelerle yemek yapıp yedirir miydim?’
Ve daha nice meslek grubuna nice sorular...
Sizler de okurken hangi meslek grubunu temsil ediyor ya da etmeyi düşünüyorsanız, buyrun benzer soruları kendinize sorun. Ama mutlaka dürüst olun çünkü siz bir başkasına mesleğiniz gereği bir hizmette bulunurken, size ve aile fertlerinize de başkaları farklı alanlarda hizmet verecekler...
İşte tam da bu nedenle her bir eğitim gönüllüsü meslektaşımın akıllarına gelen ve gerçeği de temsil eden tüm olumsuz şartlara rağmen, üstlendikleri eğitmenlik-öğretmenlik mesleğinin bir numaralı gücü olan adanmışlığa yeniden sımsıkı sarılmaları gerekiyor ki biz bu ülkenin güzel insanlarını geleceğe daha güçlü hazırlayabilelim.
Farkındalık ve tasavvufta bir ifade vardır:
‘Her gece, biten günün tüm olumsuzluklarına ölüp, her sabah yepyeni bir coşkuyla yeniden doğmak!’
İşte ihtiyacımız olan şey bu: ‘Her gece olumsuzluklara tümüyle ölüp, ertesi sabahı coşku, sevgi ve adanmışlıkla karşılamak.’
Eğitim, ciddi bir iştir.
Eğitimciler de fevkalade ciddi insanlardır.
Ve bu ciddi insanlar sadece meslek erbaplarını değil, bu güzel ülkenin geleceği olan her ferdin 'ilk öğretmenleri olan anne babaları da' eğitmek gibi hayati bir sorumluluğu sırtlanmışlardır.
Onlara gereken saygıyı göstermeliyiz...
Tüm meslektaşlarımın önünde saygıyla eğiliyor, yeni eğitim öğretim yılının ülkemize hayırlar ve başarılar getirmesini canı gönülden diliyorum.
Sevgi ve saygılarımla, Murat Kaplan