Sürekli şikayet eden ve neredeyse 'kendilerine hizmet etmediklerine inandırıldıkları her şey' hakkında olumsuz bir fikirleri olan bazı arkadaşlara ve de ülkemizdeki memnuniyetsizler klübü üyelerine kötü bir haberim, iyilik ve güzellik adına nefes alan ve ısrarla her şeyde olumlu bir nokta arayan arkadaşlarıma ise iyi bir haberim var:
"Psikoloji ilmine, kuantum düşünce sistemine, kollektif şuur ve bilinçaltı temel çalışma prensiplerine göre birilerini, bir olayı ya da sistemi kınayarak ve/ya lanetleyerek, o konularda nefret dili geliştirerek o olumsuzlukların herhangi birisini düzeltme şansınız yok."
Aksine her kınama, lanetleme ve sergilenen öfke ile, karşısında durulmak istenen, protesto edilen olumsuzlukların gücü artırıyor, mevcut rahatsızlıkların nedeni olan olumsuzlukların yinelenerek devam etmesine katkıda bulunuyorsunuz.
Bunu detayıyla açıklayan çok sayıda bilimsel çalışma olsa da biraz kısa şekilde hepsinde ulaşılan ortak sonuca birlikte bakmak, kınama, lanetleme, protesto ya da öfke içerikli tepkilerin neden olumsuzlukları beklenin tersine çoğalttığını incelemek istiyorum.
...
Konuyla ilgili hepimizin anlayacağı ilk prensip, sosyal medya sayesinde yaygın şekilde okunan ve artık çoğumuzca iyi bilinen - ya da bilinmesi gereken - Rezonans Kanunudur.
Pierre Franckh, aynı isimli kitabında da çeşitli şekillerde izah ettiği gibi, rezonans kanunu, evrendeki canlı cansız tüm varlıkların birbirleriyle titreşimler aracılığıyla iletişim halinde olduklarını anlatır.
Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere, dünyadaki bütün varlıkların kendilerine ait titreşimleri vardır.
Bu hakikat, maddenin yapısı ve işleyişi için de geçerlidir.
Bir diğer bilgi ise 'farklı nesnelerin farklı frekanslarda titreşim yaydıklarıyla' ilgilidir.
Bazı maddeler ise birbirleriyle aynı ya da benzer frekans titreşimlerinde varlık sergilerler.
Bizim dışımızdaki insanlar ya da nesneler, eğer bizimle aynı frekans düzeyinde iseler, bizim oluşturduğunuz ve durmaksızın etrafımıza yaydığımız titreşim alanına karşı koyamazlar.
Bununla da kalmaz, tepkisiz kalamadıkları titreşimimiz nedeniyle her geçen gün bize daha da yakınlaşırlar.
Bu davranışın arkasında yine herkesin iyi bildiği 'benzer titreşimler birbirlerini çekerler' gerçeği vardır.
Bu nedenle de, bizim titreşimimizle uyumlu olan 'insanlar, nesneler ve onların bağlantılı olduğu olaylar' kontrolümüzün dışında bir şekilde bize doğru (hayatımıza doğru) çekilecektir.
Sadece bu kanunun iyi anlaşılıp hayatımızın bu doğrultuda şekillendirilmesi bile, arzu ettiğimiz hayatı oluşturmak adına bize muhteşem bir güç kazandıracaktır.
...
Tabi bunun tersi de aynı şekilde mümkün olmaktadır:
'Madem, bizler hangi düşünce, davranış ve ruh halinde isek, titreşimimiz de o doğrultuda güçlenerek etrafımıza yayılacaktır, öyleyse biz olumsuz bir duygu, düşünce ve tutum içinde yaşadığımız sürece, içinde olduğumuz olumsuz titreşim alanının benzerlerine sahip kişi, tutum ve olayları da kendi alanımıza davet etmiş olacağız.'
Durum bu olduğuna göre, çeşitli yöntemlerle bizi içine düştüğümüz olumsuz titreşim alanlarında tutarak, onlara daha kolay ve uzun süreli hizmetler sunabileceğimizi çok iyi bilen ve yukarıda anlattığımız bilgiyle dünyayı istedikleri enerji titreşimleriyle donatıp, o doğrultuda bir dünya tasarlayan bazı güçlerin sürekli artarak yayılan bir korku ve olumsuzluk fırtınası yaratmaları gayet anlaşılır, değil midir?
Yani dostlar, sizler birilerini, bir olayı ya da düşünceyi ne kadar lanetlerseniz lanetleyin, kınarsanız kınayın, o rahatsızlığı da onun arkasındaki olumsuz enerjileri de azaltamayacaksınız.
Dahası, olaylar karşısında sergilediğiniz korku, öfke ve nefret söylemiyle aynen o güruhların titreşimlerinden üreterek varlıklarına güç katmaya, istemeden de olsa onlara hizmet etmeye devam edeceksiniz.
Rezonans kanunun dikkatleri çektiği hakikatin ne kadar güçlü olduğunu her geçen gün dünyanın çeşitli yerlerinde artarak devam eden şiddet olaylarından görüyoruz.
...
Bir diğer konuysa, daha önceden birçok kereler kaleme almaya çalıştığımız ‘kalp’ ve ‘yerküre’ arasındaki muhteşem bağ ve onun işleyişidir.
Bazılarınız Amerika’da faaliyet gösteren ‘Kalp Matematiği Enstitüsü’ (KME) ile ilgili haberler ve paylaşımları görmüşsünüzdür. (Orijinal ismi Institute of Heart Math; ilgilenebilecek arkadaşlar için web sayfası https://www.heartmath.org)
KME’nin bilimsel araştırmalarına göre kalp sadece vücudumuza kan pompalayan bir organ olmakta çok ötede işlevleri de yerine getiriyor.
Önceleri bilinmese de artık gelişmiş teknolojinin sağladığı imkanlarla kalbimizde nöronların olduğunu ve işlevleri tam olarak ispat edilememiş olsa da bu nöronların - yapıları itibariyle diğer nöronlar gibi - bilgi taşıdıklarına inanılmaktadır. (Bilim insanları, kalp nakli sonrasında nakil öncesinde hiç olmayan farklı tavır ve davranışlar sergileyen insanların açıklanamayan bu tavırlarını artık bu yeni bilgiye bağlamaktadırlar.)
Kalbimizle ilgili olarak konumuzla da alakalı olan bir başka konu ise kalbin beynimizden 100 kat daha güçlü elektrik alanı ve 5000 kat daha güçlü manyetik alan oluşturduğu tespit edildi.
Bu bilgiyle birlikte anlamamız gereken bir başka husus da, yakın zamana kadar yerkürenin manyetik alanının insanları etkilediği bilinse de, insan kalbinin manyetik alanının yerkürenin yani dünyamızın manyetik alanını etkiliyor olduğudur.
Bir başka deyişle, toplu ölümlerin ya da acıların yaşandığı bölgelerdeki insanların deneyimledikleri acı ve üzüntün etkisiyle farklı güçlü bir manyetik alan oluşturan o insanların acısı yerküremizin manyetik alanını da aynı olumsuz şekilde etkilemektedir. (KME’nün verilerine göre 11 Eylül felaketinin olduğu gün ve takip eden birkaç günde uydulardan elde edilen verilere göre yerkürenin manyetik alanında dikkat çeker derecede değişim gözlemlenmiştir. Bunun nedenini araştırdıklarında ise televizyon ve internet aracılığıyla yaşanan olumsuzluğun tüm dünyada insanların kalplerinde acı ve infiale sebep olduğu, bu durumun da yerkürenin manyetik alanını olumsuz şekilde etkilediği anlaşılmıştır.)
Hal böyle olunca da olumsuzluklarla başa çıkamayan insanların içine düştükleri çaresizlik hali, korku, kaygı, kargaşa, öfke ve nefret gibi hallerin neden oldukları titreşimler yaşanan olumsuzlukları azaltmak ve kurbanlarının acılarına merhem olmak yerine benzeri olumsuzlukları birbiri ardına o bölgeye ve insanlarına çekmektedirler.
Bu, en mikro ölçekte bir birey için de böyledir, koca devletler için de böyledir.
Durum, şimdilerin teknolojisi ve haber alma/yayma hızıyla birlikte daha da güçlenmiş olan ve birilerinin elinde silaha dönüşen bir hakikattir.
...
Bilinen şudur ki ‘insan bilinçaltı’ her türlü komuta ‘evet’ diyerek yanıt verir.
Birbirleriyle bağlantılı olan bir diğer bilgi de ‘insan enerjisinin, dikkatin odaklandığı yere yoğunlaşması’dır.
Yani, neye odaklanırsak enerjimiz, tüm titreşimiyle oraya yönelir.
Bu iki bilgiyi aklımızda tutar ve birleştirirsek şu gerçek ortaya çıkar:
'Hissiyat itibariyle olumsuz bir titreşimi besleyen, büyüten düşünce ve duygulara odaklanan zihin, sürekli olarak (kollektif şuurlar bağlantımız olan) bilinçaltımıza olumsuzluğun üretilmesine ve beslenmesine ait bir emir verir. Bir anlamda ne hissediyor ve neye dikkatimi yoğunlaştırıyorsam, onu var et, varsa da büyüt emrini veriyor. Bilinçaltımız da Aladdin’in sihirli lambasından çıkan cin misali ‘dileğiniz benim için emirdir efendim’ diyerek tüm benzer olumsuz titreşimleri çekmeye başlıyor.'
...
Enerjinin bizim tahminimizin ötesinde bir hareket becerisi ve neredeyse sınırsız bir gücü olduğunu düşünürsek, zaman ve mekanın bizim titreşimlerimizi durduramayacağını da anlayacak ve duygu düşüncelerimizin ne denli önemli olduğunu göreceğiz.
Bu nedenle dostlar, sizden rica ediyorum, lanetlemek, kınamak, öfke ve nefret dili kullanmak yerine, mevcut olumsuzlukları zihinden silerek onların yerine arzu edilen olumlu havayı var edecek ruh hallerine kendimizi sokalım.
Örneğin bu tür söylemler yerine, hepimizi sağlıklı düşünceye sevk eden söylemlere yönelelim.
Korku, kaygı ve nefret yerine huzur, güven ve sevgi titreşimlerini var etmeye kendimizi adayalım.
Dua edelim ve/ya benzeri şekilde meditasyon yapalım mesela;
Sevgiden ve deneyimlediğimiz olumlu örneklerden söz edelim. (Kimse çıkıp da ‘olumlu ne var ki’ demesin; dürüst davranırsak sırasıyla bir düzine olumluluğu bir çırpıda hepimiz sıralayabiliriz. Rezonans kanununu bu noktada harekete geçirerek olumludan yana dikkat ve enerjimizi yönlendirebiliriz.)
Evet, sevgili dostlar, ne yaşıyorsak ve ne yaşayacaksak kendi ellerimizle olmasa da kendi titreşimlerimizle var ettiğimiz apaçık ortada.
Kadere laf ya da suç atanlar lütfen biraz olsun sükunet içinde oturup bu kez ve bundan sonrası için tüm dünyanın birliği ve huzuru için, günde en az 20 dakika olumlu duygu düşünceler üretsinler.
İnsan kendi kaderinin mimarı, kendi hayat senaryosunun yazarı, kendi yolunun işçisi ve malzemecisidir.
Öyleyse sürekli olumsuzluklar üreten dostlarıma üzülerek hayatlarının kendi üretim ve çekimleriyle her geçen gün daha da olumsuz olacağının kötü haberini vermek durumundayım.
Daha da kötüsü, bilerek ya da bilmeyerek, ama kesinlikle o karşı duyurduklarını iddia ettikleri olumsuz güruhlara hizmet etmelerinin vicdani sorumlulukları da üzerinizde berbat bir ağırlık yapıyor; Bundan kurtulun artık!
Olumluluk adına her küçük güzellik ve iyilik kıvılcımı bahane sayan dostlarıma da iyi bir haberim var: 'hayatları aynen kendileri gibi olumlu ve güzelliklerle dolu olarak devam edecek'.
Aslında ters gibi görünen bu son paragrafın mesajı şu:
"Siz nasıl bir titreşime sahipseniz benzer titreşimde kişileri ve olayları kendinize çekeceksiniz."
Kimseye kızıp boş yere bir kez daha olumsuzluk titreşimlerini besleyip o mahlukatlara hizmet etmek yerine, 'bir denemek lazım, belki de haklı olabilir bunca insan' demek daha sağlıklı bir tercih olacak sanırım.
Sevgi ve saygıyla selamlıyorum, Murat Kaplan