İnsan yüzü, onu oluşturan farklılıkların bir araya geldiğinde her birimizi benzersiz ve ayırt edilebilir kılan bir dizi değişken fiziksel özelliğe sahip.
Çalışmalar yüz şekli ve boyutuna ait fenotiplerin yüksek oranda kalıtsal ve ayrıca yüksek oranda genetik olarak ilişkili olduğunu ve yüz farklılıklarının genetik bileşeninin büyük bir bölümünün genom çapında yaygın varyasyon ile açıklanabileceğini gösteriyor.
Yüzümüz, duygu-düşüncelerimizi en hızlı şekilde dışarıya yansıttığımız bir gösterge paneli gibidir. Bunun bilinçdışımızdaki farkındalığıyla ve güvenlik ihtiyacımızı gidermek için, ‘kendimiz dışındaki insanların da yüzlerini okumak’ gibi bir evrimsel kazanıma sahibiz. (Bu anlamda hepimiz biyolojik yapımız gereği yaşam boyu birbirimizin yüzlerini okuyoruz.)
Aralık 2020’de yayımlanan bir çalışmada ‘insan DNA’sındaki 130’dan fazla bölgenin yüz özelliklerinin şekillendirilmesinde rol oynadığı’ ifade ediliyor. Bu çalışmaya göre burun, genlerimizden en çok etkilenen ve gelecek nesillere aktarılan yüz özelliği olarak öne çıkıyor.
Konu özellikle de yüz tanıma olduğunda, mevcut bilimsel yöntem ve enstrümanlarla yüz özelliklerindeki benzerlikleri belli oranda doğrulukla izleyebilir ve olası ilişkileri tespit edebiliriz. Bununla birlikte, en etkili test, ağız sürüntüleri veya kan testleri kullanmaktır. Bu testler %99 doğrudur. Yani, tek başına yüzün fiziksel benzerliğinden genetik bağ iddiası şimdilik mümkün olmayabilir.
İnsan yüzleri, birbirlerine çok benzeyen ortak özellikleri nedeniyle, karmaşık bir algoritma olarak karşımıza çıkar, ancak beynimizde bu sayının çokluğuna ve yüzlerin çeşitliliklerine rağmen çok gelişmiş bir yüz tanıma sistemi olduğundan – en yakınımızdan, sokakta rastlayıp bir daha görmeyeceğimiz kişilerin yüzlerine kadar – iletişime geçtiğimiz her insanı birbirlerinden ayırt etme becerisine sahibiz. (Araştırmalar bir insanın hayatı boyunca ortalama 5 ila 10BİN kadar farklı yüzü hatırlayıp tanıyabildiğini gösteriyor.)
Bahsi geçen sistem sayesinde, biriyle ilk karşılaştığımızda, farkında olmadan ilk kez gördüğümüz o kişinin yüzünü ve beden dilini, sergilediği davranış kalıplarıyla birlikte okuyup analiz ederiz. Bu, o kişinin karakteri, kişiliği ve o ana dair duygu-düşünceleri ve ihtiyaçları hakkında fikir edinmemizi sağlar. Bunu yapmamızın arkasındaki en temel husus, bu bölümün ilk paragrafında ifade edildiği gibi, ‘güvenlik ihtiyacımızdır’.
Beynimizde insan yüzünü tanımamıza ve sonrasında da o kişi ya da kişilerin bizim için güvenlik tehdidi olup olmadığına karar vermemize yardımcı olmak adına (onların insan mı başka bir canlı mı ya da insansa nasıl bir duygu halinde olduklarını anlamaya yönelik işlevlerden sorumlu fusiform face area (gyrus)* isimli bir bölüm var ve o bölümde meydana gelebilecek bir hasar ya da işlev bozukluğu, kişinin insan yüzlerini tanıma konusundaki yetisini elinden alıyor. Bu duruma tıp dilinde prosopagnozi (prosopagnosia) yani ‘yüz körlüğü’ ismi veriliyor.
* Fusiform Face Area (Gyrus): Fuziform Yüz Bölgesi, alt temporal kortekste yer alan ve yüz tanıma işlevine sahip insan görme sisteminin bir parçası.
Yapılan güncel çalışmalar gösteriyor ki, bahsi geçen biyolojik sistemimiz nedeniyle yüzlerin veya yüz ifadesinin beyinde tanınması temporal kortekste gerçekleşiyor gibi görünse de yüz aracılığıyla aktarılan bilgilerin yorumlanması aslen amigdalada gerçekleşiyor.
Texas Üniversitesi, Beyin Sağlığı Merkezi'nde yapılan yeni araştırmalar, amigdalanın beynin yüzleri tanıma sürecinde düşünülenden çok daha büyük bir rol oynayabileceğini ortaya koyuyor.
Bilim insanları, amigdalanın, yüz tanıma bölgesi olarak da bilinen ve yüz tanımada aktif işleve sahip olan beynin fusiform yüz bölgesinden daha etkin bir biyolojik tepkiyle insan yüzlerine tepki verdiğini öne sürüyor.
Amigdala
Bu çalışmaları yürüten bilim insanları şöyle diyorlar:
‘Amigdala, savaş ya da kaç mekanizmasını kontrol eden, beynimizin hayatta kalma ile ilişkili parçasıdır. Başlangıçta, amigdalanın sadece korkutucu veya tehdit edici yüzlerin varlığına tepki vermesini bekliyorduk, ancak duygu olarak nötr yüzlerin varlığında da bu bölgenin çok aktif olduğunu gördük. Bu durum beklemediğimiz bir şeydi. Ve ulaştığımız bu bulgular, yüzleri tanıma yeteneğini de içeren sosyal bilişsellik açısında fevkalade önemlidir.’
Bilim insanları, beyinde ‘hafızanın, karar vermenin ve korku, kaygı ve saldırganlık gibi duygusal tepkilerin’ işlenmesinde öncelikli role sahip olduğu düşünülen, aynı zamanda limbik sistemin de bir parçası olarak kabul edilen amigdalanın yüz algısında etkin işleve sahip olduğunu söylüyor.
İletişim halinde olduğumuz ya da bir sebeple çevremizde olan, yanımızdan geçip giden insanların gözlerindeki ufak hareketlerin, bakışlarındaki bazı küçük verilerin bilinçdışımız tarafından sürekli analiz edildiğini ve olası bir güvenlik tehdidi tanımıyla karşılaştığında ihtiyaç duyulan biyolojik tepkinin o doğrultuda hazırlandığını tespit eden bilim insanları, amigdalanın bu süreçte yüz algısı sürecine doğrudan müdahil olduğunu iddia ediyor.
Bu bilgi uzunca süredir bildiğimiz bir gerçeği de teyit ediyor: ‘Her birimizin beyni biyolojik varlığımızın devamlılığı için durmaksızın çevremizi tarıyor, veri gönderip alıyor ve olası tehditleri tespit edip onlardan kurtulma eğilimi gösteriyor. Tam bir biyolojik güvenlik sistemi demek mümkün bütün bu sürece.
Hayatta kalmamız adına, yani güvenliğimizin sağlanması ve muhafazası adına öncelikli işleve sahip bir bölge olan amigdalanın yüz tanıma konusundaki etkin rolü, her insanın öncelikle güvenlik temelli bir yüz okuma yapıyor olduğu gerçeğini bir kez daha pekiştirmiştir.
İşte bu temel biyolojik dokumuzun doğal (ama doğum sonrasında – özellikle önce 0-1-3, sonra 3-5-6-9-10 yaşları ve ardından 25 yaşa kadarki süreçte – yaşamsal tanımlamalarının değişim sıklığı sayısınca birçok defalar yeniden tasarlanan) güvenlik refleksi sayesinde yüz okuma, davranış ve kişilik analizi yöntemlerini kullanarak, bilinçdışımızın arka planda yaptığı önemli bir sürece bilinçli dokunuşlar yapmak ve yargılayıcı, sınıflandırıcı ve ayrıştırıcı olmadan, iletişime geçtiğimiz bir kişinin güçlü ve zayıf yönlerini hızlı ve büyük bir isabet oranıyla belirleyebilmemiz gayet mümkündür.
Örneğin, doğru yöntemler ve donanımla iletişimin ilk birkaç dakikasında karşınızdaki kişinin güvenilir olup olmadığını ve iyi bir iş ortağı, arkadaş veya çalışan olma kapasitesini belirleyebiliriz. Profesyonel yaşamın dışında sosyal ilişkilerimizde de insanların baskın hayat algılarını, duygusal yanlarını, düşünce eğilimlerini, hatta dinleme modellerini anlamak ve iletişim sürecini o doğrultuda yönlendirmek mümkündür.