Kişileri değil davranışları anlamaya çalışmak ve - sonrasında gerçekten gerekliyse - onları dönüştürmek esas.
Davranışların dönüşümü de ilk önce içinde yaşadığımız toplumun şartlandırmalarından ve öğretilerinden temizlenmek ve öze dönmekle mümkün.
İçine sokulduğumuz kalıplardan özgürleşmeden temizlenme şansımız yok...
Biraz düşünsek fark ediyoruz ki ‘aslında birilerine değil, davranışlara ve onların bizler için ifade ettikleri anlamlara takılıyor ve o anlamların altında eziliyoruz’.
Yani, çoğu zaman derdimiz insanlar değil, davranışlar, tavırlar ve tutumlar. Fakat ete-kemiğe bürünmüş bir muhatap aradığımız için o davranışları sergileyen insanlarla çatışmayı tercih ediyoruz. Çünkü biz insanlar görüp dokunabileceğimiz, belki de hıncımızı çıkarabileceğimiz, gözle görünür bir muhatap arıyoruz.
Davranışları soyut ve erişilmez görmek, onları cezalandıramayacağımızı bilmek, dikkatimizi, dolayısıyla da öfke ve nefretimizi insana döndürmemize neden oluyor.
Oysa insan aynen bir markanın ürettiği farklı ürünler gibi: 'Üretim tarihleri, yazılım ve donanımları farklı, ama ana hatlarıyla aynı'.
Yani eleştirip yerden yere vurduğumuz insanlar bizden pek de farklı değiller.
Farklı gibi gelen şeyler ‘tavır ve davranışlar’.
Öyleyse aslında katlanamadığımız şeyler insanlar değil, onların davranışları!
Bunu anlamak ve insanlardan nefret etmemek lazım. Her nefret duygusuyla kişi kendi özünden ve huzurdan bir adım daha uzaklaşıyor...”
Sevgi ve saygıyla, Murat Kaplan