Bir fincan kahve içmek için kafeye gidip oturun;
Veya açlığınızı gidermek için bir lokantaya girin;
Ya da bir toplu taşıma aracında, bir durakta oturun ve çevrenizdeki insanların birbirleriyle veya telefonda yaptıkları konuşmalara kulak verin...
...
Neredeyse tüm konuşmaların ortak içeriği şöyledir: 'biliyor musun, falanca filancayla ilgili şöyle dedi, filanca da böyle dedi, ben de şöyle dedim; sonra filanca falancaya filan dedi; sorma daha n eler var da söz verdim kimseye söylemeyeceğim diye...' vs vs vs...
...
Çin evrenbiliminde ve geleneksel Çin tıbbında 'altı şer' diye anlatılan kavramlardan en tehlikelisi 'rüzgar şerridir'.
'Rüzgar şerri, bazı mevsimlerde nem, soğuk ve/ya sıcak şerriyle birlikte hareket eder ve kişinin derisinin altına yerleşir' derler.
Deri altında kendisini gizleyen rüzgar şerri oradayken mevcut fiziksel kanalları kullanarak tüm bedene şerrin parçalarını dağıtır, dolaşım sistemi zarar görür ve bir süre sonra bedenin bağışıklık sistemini çökertir.
O nedenle bizim kültürümüzde de bulunan geleneksel 'kese, hacamat ve/ya bazı bitki dal veya yapraklarını deri üzerini uyarıcı şekilde vücuda vurarak' kan dolaşımı tetiklemenin sağlığa katkılarından sıkça bahsedilir.
Alında bu sayede yapılan 'rüzgar şerrinin bedenden uzaklaşmasının sağlanmasıdır'.
Sağlıkla ilgili kısmı çok kısa şekilde böyle özetlemiş olalım.
Gelelim Çin tıbbı, Kung Fu veya Çin evrenbilimindeki prensip ve kavramların yaşamla ilgili yansımalarında 'rüzgar şerrinin' karşılığına...
Rüzgar şerri, geleneksel Çin tıbbında sosyal sorunlardan en önemlisi olan ‘dedikoduya’ işaret eder.
Dedikodu, aynen rüzgar şerrinde olduğu gibi bir kurumun da cildi ile tendon, kas ve kemikleri arasına (yani kurumun hayati birimlerinin arasına) yerleşir ve orada vücudun zayıflayacağı anı bekler.
Bu anlamda rüzgar şerrinin kurumsal ve sosyal oluşumlardaki varlığına karşı çok dikkatli ve farkındalıklı olunmasında fayda vardır.
Yazımızın başında da dikkatleri çektiğimiz üzere ‘insanların çoğunluğu bir araya geldiklerinde (bazen tanıdıkları, bazen hiç ya da çok az tanıdıkları) kendileri dışında birileri hakkında konuşma eğilimindeler', değil mi?
Yani, çok sayıda insan, kiminle ve kim hakkında konuşuyorlarsa, neticede 'hakkında konuştukları taraf, dedikoduyu birlikte yaptıkları taraf ya da taraflarla birlikte kendi dokusuna da zehirli bir şer parçası bırakmaktadırlar.
Bu tutum neticesinde oluşan zehir 'aynen bir virüs gibi' davranarak ‘ilişkilerin ve/ya çıkar bağlantılarının zayıfladığı’, bir başka deyişle ilişkilerini ayakta tutan ‘bağışıklık sistemlerinin zayıfladığı' bir anda güç kazanıp, taraflardan en az birini ve tabi ki onunla bağlantılı tüm iletişim ağlarını da hasara uğratır; bazen daha da şiddetli neticelere sebep olarak yıkar, devirir.
Eğer nereye gidersek gidelim, bu yerlerde karşımıza çıkan çoğunluk 'sürekli birilerini çekiştirip duruyorsa', bu durum çoğunluğun oluşturdukları toplum(lar)da sağlıklı bir iletişim ve sağlıklı bir dokunun olmadığına da işarettir.
Yani toplum hastalanmıştır...
Neredeyse tüm mesleki ve sosyal oluşumları bir insan vücudu gibi ele alıp inceleyen ve sorunlar varsa ona göre reçeteler hazırlayan geleneksel Çin tıbbı, dedikoduyu en ölümcül hastalıklardan birisi olarak ilan eder, çünkü rüzgar şerri önlem alınmazsa çok geçmeden bu hastalıklı dokuyla yetinmeyip cilt altından, dolaşım sistemini kullanarak tüm vücuda nüfuz edecektir. Bu da oldukça riskli bir durumdur.
Peki bu şerle nasıl mücadele edeceğiz?
Oldukça basit bir cevap verip uygulamasını sizlere bırakacağım dostlar:
“Hergün bir avuç fındık sağlık için iyidir, ama yerseniz.”
Yukarıdaki ifade size tanıdık gelebilir. birkaç yıl önce televizyonlarda sıkça duyduğumuz bir reklamı hatırlatmıştır sanırım.
Evet, fındığın sağlığa faydasıyla ilgili şüphesi olan yoktur. Ancak kişi bu bilgiye sahip olmakla fındığın faydasını da göremez. Fayda sağlamak için o bir avuç fındığı hergün yemek gereklidir.
İşte dönüşümdeki sır da burada yatıyor sevgili dostlar...
Madem faydalı bir bilgi bize ulaşıyor, onu hayatımızın bir parçası yaparak iyiliğe katklı sağlamamız da şart.
Şu ya da bu konuda, fark etmeksizin, bir doğruyu bilip uygulamazsak, ya da bir yanlışı tespit edip, onun dolaşmasına ve varlığını sürdürmesine müsade edersek sahip olduğumuz hiçbir bilgi ve yaptığımız herhangi bir olumsuzluğun tespiti fayda vermeyecektir.
Yani işe kendimizden başlayacağız.
Ne mi yapacağız?
Kimsenin rüzgar şerri yoluyla bize ve içinde bulunduğumuz topluma zehir bulaştırmasına müsade etmeyecek derecede farkındalıklı ve temiz yaşayacağız.
Yani 'dedikodu kötüdür’, ‘dedikodu yapmayın’ demek yerine ‘kendimiz dedikodusuz yaşayacağız’.
Birisi bir başkası hakkında dedikodu yapıyorsa nazikçe ‘kusura bakma ama başka bir konudan, her ikimizin mevcut haline olumlu katkı sağlayacak bir konudan bahsetmeyi tercih ederim’ diyerek üslubumuza dikkat ederek şerrin yayılmasına alet olmamayı seçeceğiz.
Bir insanın dolaşım sistemi felce uğramışsa, o kişinin sağlıklı bir yaşam sürme şansı kalmamış demektir.
Aynı şey toplumlar için de geçerlidir.
En küçük toplumsal doku olan ‘aile’ de, büyük ülkelerde yaşayan çok sayıda ‘halk' da dokularının arasına gizlenmiş şer odaklarını fark etmez ve onlardan kurtulmazlarsa, aynı şekilde hastalanacak ve bu hastalık bir gün gelecek zayıf düşmelerine ve yıkılmalarına neden olacaktır. (Hepimiz 15 Temmuz 2016 tarihinde bir hain kalkışmayla da net görünür bir şekilde açığa çıkan bir şer şebekesinin toplumumuzun ve devletimizin dokularına sızıp orada beklediğini ve ardından ajandasını gerçekleştirmek üzere harekete geçtiğini dehşet içinde gözlemledik.)
Herbirimiz bu ve benzeri konularda hassas olmak, farkındalıklı hareket etmek ve öncelikle kendimizi temizlemekle sorumluyuz sevgili dostlar…
Rüzgar deyip geçmemek lazım…
Hele bu rüzgar bir de nem, soğuk ve sıcak şerleriyle birleşirse vay halimize…
Selam, sevgi ve saygılarımla,
Murat Kaplan