Safları Sıklaştırma Vaktidir

19 Şubat 2016 Cuma 1567 0 yorum

Öncelikle başımız sağ olsun sevgili dostlar…

Terör sözcüğü ‘güçlü ve yoğun bir dehşet halinin ardından insanların zihinlerinde var edilen korku’yu ifade eder.

Yani dostlar, terörün öncelikli hedefi ‘patlatılan bombalar ya da gerçekleştirilen kanlı eylemler değildir’.

Daha çok, ‘o eylemler yardımıyla insanların zihinlerinde oluşturulacak artçı patlamalar ve yaratılan bu dehşet hali devam ettirerek toplumların hayati reflekslerine kalıcı korku tohumları yerleştirmektir’ terörün hedefi.

Ardından da ‘önceden kararlaştırılan ve bir süre boyunca sessizce beslenerek bakımı yapılan bu tohumları, belli grupların hayrına olacak şekilde, birilerinin karaları ve takvimleri ışığında filizlendirmektir terörün amacı ve faaliyet alanı.

Terör için, bu işlevi ve gücüyle, ‘insanların zihinlerine bizler için belirsiz fakat bazı odaklar için gayet belirli ve maksatlı zaman ve yerlerde korku kumandasıyla patlatılmak üzere yerleştirilmiş dehşet tohumlarıdır’ demek hiç yanlış olmaz.

Öyleyse, terörle mücadele dediğimizde, bizim her şeyden önce korku ve korku psikolojisini hem bireysel hem de toplumsal çerçevede iyi anlamamız ve o doğrultuda mücadele planlamaları yapmamız daha akıllıca olacaktır.

Korku ve dehşet psikolojisi üzerine cilt cilt kitaplar yazsanız değer.

Bu konuda oluşturulacak her türlü farkındalık bireylerin dolayısıyla da toplumların gelecekleri için hayati önem taşır.

Peki korku ve dehşet sözcüklerinden ne anlıyoruz, ne anlamalıyız?  

Korku, insanı hakikatten uzaklaştırır.

Korku, bireylerden onların yaşamla olan en güçlü bağları olan ‘güven’ duygusunu söküp alır. 

Korkan insanın zihni bulanıktır; sağlıklı şekilde düşünüp kararlar veremez. 

Korku, bir sonraki adımda kişileri kendileri başta olmak üzere tüm dünyaya karşı güvensizliğe sevkeder. Güvensizlik ortamı da saldırgan davranış kalıpları demektir.

Korkan bir kişi kararsızlık ve çaresizliğe gömülür; siner; sevdikleriyle birlikte güvenli bir sığınağa kapanma ihtiyacı hisseder; tüm yaşamsal eylemlerini en minimuma indirir; kendisini huzurlu ve güven içinde hissettiği ‘alıştığı günlük rutinlerini’ terketer.

En tehlikelisi de ‘korkan kişinin kendisi dahil tüm sesleri kısmasıdır’.

Hiç alışık olmadığı ve başa çıkamayacağı bu sessizilik ortamı kendi iç diyaloglarının gittikçe daha da gürültülü hale getlmesi demektir.

Zihninde gürültüler olan bir kişinin size de bir başkasını da dinlemesi beklenemez. Artık korkan kişi korkularının ve dolayısıyla da o korkuları yönetenlerin kontrolüne girer.

İşte en sade ve basitleştirilmiş tanımıyla ‘korku’ budur dostlar…

Korku ne mi yapar?

Korku insanı hasta eder dostlar. Hem de çok ciddi hastalıklardan bahsediyorum…

Fiziksel hastalıkların neredeyse 3/4 oranında olası duygusal nedenler ve düşünce kalıplarıyla ilişkili olduğunu artık modern bilim de kabul ediyor ve bu konuda çalışmalar her geçen gün artıyor.

Aynı konuda eğitimler ve seminerler veren birisi olarak dünkü acı dolu olayın ve benzeri eylemlerin arkasındaki niyetin ‘insanları ve dolayısıyla da koca bir ülkeyi korkuya’ teslim etmek olduğunun bilinciyle bu haftasonu vereceğim iki günlük eğitimde bahsedeceğim hastalıkların olası psikolojik nedenlerini listeledim ve en öne çıkan sebepleri ayrı bir kağıda yazdım. Sonuç ne mi?

Sonuç şu dostlar: ‘73 yaygın rahatsızlığın 57’sinin arkasındaki olası psikolojik nedenlerde korku ve dehşet ön sıraları alıyor’.

Korku, dehşet ve kaygının birey mikro alanındaki yıkıcı etkilerini anlatarak makaleyi farklı bir yöne çekmek istemiyorum.

Dileğim, bu bireysel manada oldukça yıkıcı güçlere sahip olan duygunun toplumsal çerçevede kadar etkili bir silah olarak kullanılabileceğini ve kullanıldığını tüm insanlarımıza hatırlatmak sadece. 

Bir düşünün 73 yaygın hastalığın 57’sinin en temel psikolojik nedenlerinden ilki korku

Peki ne yapmak lazım?

Korkuyla, yani terörle nasil mücadele edeceğiz?

Geleneksel Çin tıbbının aslen koruyucu hekimlik gayesiyle kullandığı muhteşem bir yöntem olan Ch’an terapisinin sıkça sergilediği bir tutumdan bahsederek başlamak isterim.

Modern kişisel gelişim ya da psikoterapi yaklaşımlarında kullanılan bir programdan sıkça bahsedildiğini duymuşsunuzdur: ‘öfke kontrolü’.

Ch’anyaklaşımlarında bu tür konulara şu şekilde bakılır: ‘kontrol etmeye çalışmak (kontrol etmeye çalıştığınız) o şey her ne ise, onu daha da zaptedilmez bir hale getirir ve tehdit olmaktan çıkarmak bir yana, ilgili kişi ya da tavrı daha riskli noktalara taşımamıza sebep olur’.

Onun yerine başka bir yöntemi tavsiye eder ve öfkeyi ‘anlayın’ der.

Öfkenin ardındaki hazırlayıcı dinamikleri anlayın.

Onların hangi süreçler sonrasında ‘öfkeli’ diye adlandırdığınız sözcük, tavır ve davranışlara dönüştüğünü anlayın.

Anlayın ki ‘kontrol etme’ ihtiyacınız ortadan kalksın.

Bu nedenle geleneksel Çin tıbbı hastalık tedavilerinde ‘bir haftalığın tedavi sürecinde ona sebep olan fizyolojik unsurlarla birlikte duygusal ve zihinsel etkenleri de tespit edip onları rehabilite etmezseniz, hiç bir tedavi kalıcı olmayacaktır’.

İyileştiğini düşündüğünüz kişinin hastalığı onu hazırlayan duygusal ve zihinsel unsurlar rehabilite edilmediği için bir süre sonra fiziksel olarak hastalığı yeniden ‘hortlatacaktır’.

Kısacası dostlar şunu demek istiyorum: ‘bizlerin –yani vatandaşlar olarak tüm sosyal sınıfları temsil eden her birimizin – korku psikolojisinin arka planını iyi tahlil etmesi, bireysel ve toplumsal korkuların nasıl ortaya çıktıklarını, kimlerin, hangi amaçlar ve yöntemlerle bu korkuları besleyip, büyütülüp yaygınlaştırıldıklarını, bunun neticesinde ortaya çıkan sosyal atmosferden kimlerin nemalandıklarını iyi anlaması ve ondan sonra – illa ki bir tepki verilecekse – akıllı tepkiler vererek terör odaklarının ekmeklerine yağ sürmemesi gerekli.

Demek ki ilk önce ‘anlamak’ lazım dostlar…

Televizyon izleyerek, oturduğu yerden zaten sürekli olumsuzluk pompalayan kaynakları takip ederek anlamak mümkün değil yalnız.

Bunu da hatırlatmakta yarar görüyorum, çünkü birileri zihinlerimizi ve algılarımızı çok iyi yöneterek bizleri ‘her şeyi anladığımız’ hissiyle oyalarken ruhlarımızı daha fazla korku ve endişeyle doldurup bir kenara atıveriyorlar.

Neler olup bittiğini olayların sıcaklığının etkisiyle, kontrolsüzce ve yüksek sesle yorumlamadan önce her birimiz kendi içimize dönmeli, sakinleşmeli ve ardından yine sadece kendi bulunduğumuz yerden ‘birilerinin beslediği korkularımızdan sıyrılarak’ olayları anlamaya çalışmalıyız.

Neyin ne olduğunu bilmeden birkaç sosyal medya çığırtganının ve sanal ortamda çokça boy gösteren teröristlerinin ekmeklerine yağ sürercesine ‘korku içinde’ konuşmamalıyız, örneğin…

Yaşananların duygusal etkisiyle ve çevrenin ‘gazıyla’ atılan her türlü tavır ‘saldırganca, akılsızca’ ve üzgünüm ama ‘o terör odaklarının yaptıklarını devam ettiren destek birliklermişcesine tatsız, gereksiz ve yersizdir’…

Çünkü zaten onların asıl niyetleri de toplumda bir korku ve dehşet dalgası yaratmak ve oluşturdukları kabusa dahil olan bireylerin sayısını artırmaktır.

Ortak rüyayı kabusa çevirenler, o kabusa ne kadar kişiyi ortak ederlerse güçlerinin de o derece büyüyeceğinin bilgi ve bilinciyle hareket ediyorlar çünkü…

Sırf birilerine ya da otoriteye karşı duyulan nefret ve onaylamama duygusuyla vatan adına, birlik beraberlik adına bilinçliliğin gerektiği böylesine hayati günlerde ‘yatağımdaki düşman’ misali tavırlar sergilemek utanç vericidir.

Dışarıdan da durum aynen öyle görünmektedir. 

Bu tür günlerde sergilenen her türlü nefret ve ayrıştırıcı söylemle ve tavırlar asla terörü bitirmeyecektir ve bunu artık hepimiz gayet iyi biliyoruz. O türden davranışlar sadece bu topraklar üzerinde oynanan çirkin oyunların sahiplerine hizmet edecekler ve bu kirli zihinler de bunun bilincinde siyaset ve taktikler izleyerek sizleri uzaktan kumandalarıyla yönetecek ve maalesef kendi bünyelerinden birer nefer gibi kullanacaklar. 

Bunu anlamamız ve farkındalıkla hareket etmemiz lazım.

Acı hepimizin acısı.

Kayıplar hepimizin yüreklerini dağlıyor.

Hayatı her haliyle ve bazı değerlerin farkındalığıyla anlamalı, kederli yüreklerimiz rağmen sükunet ve aklıselim içinde hareket etmeliyiz ki bazı çirkin odakların planlarına biz de – bilemeden – hizmet etmiş olmayalım.

Tekrar ediyorum: ‘zaten terörün ve teröristlerin de arzusu bu dostlar’

Terör ve ona hizmet eden taşeronlar ‘kendilerinin başlattıkları eylemleri korkuyla, kontrolsüzce davranışlar sergileyerek hareket eden, şuur ve farkındalık düzeyleri düşük halk kitlelerini onlar fark etmeden kendi saflarındaymışcasına kullanırlar ve kullanıyorlar da’.

Kirli ellerin kurduğu ve patlattığı her bomba düzeneğinin tahrip gücü, o eylemler sonrasında birlik ve beraberliği bozacak türden söylemlerle çarşaf çarşaf sosyal medya duvarlarını, ekranları ve gazeteleri dolduran farkındalıksız insanlar ve kötü niyetli taşeron oluşumlar sayesinde daha da güçleniyor.

Bunlara fırsat vermemek her birimizin ilk önce insanlık sonra da vatandaşlık görevidir dostlar!

Mesele ne hükümet meselesidir, ne de başka bir makam! 

Devlet hepimizin, vatan topraklarının her köşesi hepimizindir!

Bunun sağı solu yoktur, olamaz!

Özellikle de böyle dönemlerde!

Bu tür durumlarda o kara mihrakların niyeti de toplumu bu tür düşmanlıklarla ayrıştırmak ve hedefler belirleyerek ortalığı toza dumana bürümektir.

Çünkü onların yaşam iklimleri toz duman ve korkudan oluşur…

Yoksa nefes alamazlar… Nefeslerini keselim şunların Allah aşkına!

Yani dostlar, mesele vatanın birlik ve bütünlüğü meselesidir. 

Mesele kesinlikle bir isim ya da grubun meselesiymiş gibi basite indirgenemez, indirgenmemelidir!

Mikro ölçekte bakıldığında mesele, bu vatan toprakları içinde ya da dışında yaşayan ve kendisini bu vatanın bir parçası sayan her bir ferdin birlik ve bütünlük ruhuna sahip olmasıyla ilgilidir.

Bu ruhta açılacak her bir aralık, zihinlerimize ve yüreklerimize salınacak sayısız zehirli dehşet saldırısı için imkandır, kapıdır…

Aralık bırakmayın!

Hem zihninizde hem de yüreklerinizde saflarınızı sıklaştırın ki terör laneti aralardan sokulup bizleri korku zehiriyle mundar etmesin dostlar.

Yani dostlar, meselemiz şudur:

‘Her bir farkındalıksız vatandaş, fırsatını bulur bulmaz cebini tabletini eline alıp, sanki düşmanı suçluyormuşçasına farkına varmadan kendi kolunu, bacağını, kalbini suçlayan, nefret ve korku söylemlerini paylaşırsa, bu tavır ve davranışlarıyla patlattıkları bombaların etki alanları ve tahrip güçlerini artırmak isteyen düşman odaklara hizmet etmiş olur!

Bu nedenle de böyle davranan her birimiz kelimenin tam anlamıyla 'sanal terörist gruplarının sanal askerleri' kimliğiyle mevcut kirli faaliyetlere katkı sağlamış oluruz - ki bu asla kabul edilemez!’

Durum apaçık bir şekilde - çok ama çok çirkin – ama bir o kadar da güçlü bir hipnoz planının ve ustaca uygulanan bir algı operasyonunun neticesidir.

Bu tuzaklara düşmeyelim…

Tuzaklara düşüp vatanın birlik ve beraberliğine dokunmak isteyen namertlerin gizli emellerine hizmet eden sanal terör eylemlerinin failleri ve de kurbanları olmayalım!

Kalbimizi ve zihnimizi her fırsatta sakince ve güvenle yoklayalım…

Bakalım sağlıksız sızıntılara imkan verecek herhangi bir açıklık, zayıflık var mı.

Kalbi sağlam olanın adımları da sağlam olur…

Sevgi ve saygıyla, Kaplan


Yorumlar

  • Henüz yorum yazılmamış. İlk yazan siz olmak ister misiniz?

Yorumunuzu Paylaşın