Bu dünyayla ilgili tüm anlatılanları unutalım!
Aslında dünyada yaşamıyoruz.
Mevlana’nın ya da Avustralya yerlileri Aborijinler gibi diğer birçok kadim toplumun da dedikleri gibi 'sadece bu dünyadan geçiyoruz'.
'Kalbimizin o sönük ışığıyla, ait olduğumuz öz varlığımıza ve dolayısıyla da gerçekte ait olunan evlerimizin enerji boyutuna dönebilecek miyiz?'
'Döndüğümüzde evimizi bulabilecek miyiz?
Ya da 'O enerji bedenine sığabilecek miyiz?' diye de hiç düşünmeyelim.
Çünkü asıl soru şu:
'Eve dönünce, bu dünya deneyimimiz süresince menfaatlerimiz uğruna defaatle göz yumduğumuz - hatta çoğu zaman parçası olduğumuz - adaletsizliklerimize, söylediğimiz onca yalana, çekiştirdiğimiz sayısız insana, yaptığımız onca kıskançlık, bencillik ve kötülükle kire pasa gömülmüş halimizle, o enerji bedenimizin frekansına bir daha ulaşabilecek miyiz?'
Ve dahası, 'O evin bizim evimiz, oradaki öz varlığımızın da gerçek biz olduğunun farkındalığıyla mı gideceğiz buralardan acaba?'
Yoksa, 'Şeytan diye sürekli aşağıladığımız o varlıkları bile kötülükte kıskandıran kimliklerimizle, dünyadayken her yerimize bulaştırdığımız insan hastalıkları ve zehiriyle bulanıklaşmış görüşümüzle kayıp ruhlar ordusuna dahil olup, eve dönüşü bir başka bahara mı bırakacağız?'
Karar da cevap da bizim seçimlerimizle ilgili:
Bir tarafta korkularımız ve onların beslediği öfke, kin, kıskançlık ve bencillik;
Diğer tarafta ise her şeyin ve tabi ki insanın da ilk ve son durağı olan sağlam, tertemiz niyetler...
Bizi biz yapan, usturuplu sözlerimiz ya da yanlarında kasıla kasıla yürürken nüfuzlarından kendimize kimlikler devşirip üzerimize yamadığımız kişiler değil, niyetlerimizi açığa vuran kendi davranış seçimlerimizdir.
Sevgi ve saygılarımla, Murat Kaplan