İbn-i Arabi’ye ait olduğu söylenen ve kısa bir videoda rastladığım şu sözleri anlamak önemli olabilir diye düşünüyorum dostlar:
(Konu sadece din değil bu arada.)
‘Bir kişi kendi inancını övdükçe, aslen o inancın sahibi olan Yaradan’dan önce (O’nun adıyla) kendisini övmüş olur.’
[Kulağa sert geliyor başlangıçta, değil mi? Ama biraz önyargısızca düşünürsek, konunun yaşamın birçok alanına yansıtılabileceğini de anlayabiliriz.]
‘Kendi inancını diğerlerini güçsüzleştirecek, anlamsızlıkla suçlayacak, küçümseyecek veya reddedecek kadar översen, iyi olan [ama taraf olmanın oluşturduğu yetersiz ve dar bakış açısı nedeniyle, diğer düşüncelere ait olan] birçok güzel şeyi de gözden kaçırmış olursun.’
Yani ‘bahsi geçen nedenle maddenin ve var oluşun sırrını ıskalarsın’ demek istiyor.
‘Yaradan, (ve/veya bir düşünce) birilerinin kendi tanımlarına hapsedilemez’ diye düşündürüyor sanki, ne dersiniz?
‘İnsan kendi bildiği ve/veya anladığı ya da ‘öyle sandığını’ över ve savunur’ diyor sonra da…
‘Ve böylece kişinin övdüğü Yaradan, aslen artık kendi (zihninin) ürettiği bir imajdan ibaret olarak kalabilir’ diyor. (Bu, dinen de yaşamsal algı haritaları açısından da ciddi bir risk.)
Bir anlamda ‘inandığını düşündüğün şey (ya da kişi) her ne ise, ona - onu anlamadan - kör kütük kapılmak risklidir; bu yüzden önce anla’ diyor gibi… Kutsal kitabımızın da ‘oku’ diye başlaması çok anlamlı, değil mi…
Anlatılanı, okuduklarını veya düşündüklerini süz, özümse, anla ve sonra onları sadece (ve sadece) anlayacak zihin ve kalplerle - ve cidden gerekiyorsa - paylaş.
Biz de Kung Fu eğitimlerinde benzer hususları çalışırız, konuşuruz:
‘Kung Fu başlangıçta formlardan yani harfiyen ve disiplinli şekilde uymamız gereken şekillerden (prensiplerden) ibarettir’ deriz. ‘O formlar, sanatı anlamak için gereklidir…’
Zamanla formlardan yani şekilden bağımsızlaşır insan ve kendi Kung Fu’sunu oluşturur…
[Yine temel prensiplere sadık kalarak yapar bunu.]
Bruce Lee’ye ait olduğu düşünülen ama gerçekte ona ait olmayıp onunla ün kazanan (İngilizce) ‘be water my friend’ (su [gibi] ol dostum) repliğinde de şöyle devam eder:
‘Be formless, be shapeless’ (şekilsiz ol [şekil ve formlardan kurtul]).
Dil öğrenmek gibi: ‘önce yapılara maruz kal, kopyala, yeterince tekrar et ve ustaların [kullanıcıların] geribildirimini al ve onları önemse, sonra o kalıpları zamanla akıcı bir hale getir. Şekilsizliğin hediyesi ‘güçlü ve akıcı ifadeler’ olur böyle yapılırsa… Ezbere konuşanlar ise ‘emanet giysiyleymiş gibi karşımızda eğreti’ dururlar…
İnsan tanıma yöntemlerinde de çok benzer bir düşünce ‘temeli oluşturur’:
‘Birini tanımlarsanız, o an artık tanımlanan kişi kendisi olmaktan çıkar ve tanımlayanın zihninin ürünü ‘bambaşka’ biri olur.’
Sözün özü, birini, bir düşünce ya da kavramı inat ve tarafgirlikle tanımlarsak artık tanımladığımız her ne ise o bizim zihin veya algı haritamızın kapasitesi çerçevesinde kimliklenecektir…
Yaşanan bir deneyimi, tanışılan ya da bir deneyimde ortak alan paylaşılan biri(leri)ni hatırlar, tamamlar ve aktarırken nezaketli, vicdanlı ve dürüst olmak çok önemli bir güçlü kişilik göstergesidir…
Sevgi ve Saygılarımla, Kaplan