Uzun İnce Bir Yoldayız
'Doğum başlangıç değil, ölüm de son değil.'
Kadim bilgilere ait kaynaklarda ‘doğum ve ölüm’ hakkında sıkça bahsi geçen ortak bir bilgiden bahsedilir.
Dikkatlerin çekildiği bu bilgi, çoğu kültür ve kadim halkın gelecek nesillere, kendi ilahi eserleri yoluyla ilettikleri bilgiyle aynıdır.
“Mutlak bilgi alanı - zaman ve mekandan bağımsız bir şekilde - kendi titreşimlerini o frekansa uyumlayabilen her zihin ve kalbe, hakikatin kapılarını ardına kadar açmıştır.
Ve bu frekansa ulaşabilenler, kendilerine sunulan sırların ışığıyla aydınlanırken, diğer insanları da aynı ışığa davet etmişlerdir.”
Bu ışığa davetlerden bir tanesi de Zhuang Zhou’nun da ünlü eseri Chuang Tzu’dur. Bu muhteşem eserde ‘doğum ve ölüm’ şöyle anlatılır:
‘Doğum başlangıç değildir, ölüm de son değildir.’
İnsanoğlu tüm zamanlara ait bir sır duymak istiyorsa, bu sır ona yeter, artar bile.
Zhuang Zhou’nun dizeleri şöyle devam eder:
“Doğum da vardır, ölüm de;
Biri dışarı doğru olan sonuçtur,
Diğeri içeriye doğru olan sonuçtur.
Böylece, biçimini görmeksizin,
'İlâhî Olanın Kapısı'ndan bir içeri bir dışarı geçilir."
Bu manada ‘ana rahmini’ ve ‘mezarları’ birer kapı olarak değerlendirmek, ilahi bir yolculuğun bir odasından diğerine geçilen – bir başka deyişle bir frekans boyutundan diğerine geçişi sağlayan – kapılar şeklinde anlamak yanlış olmaz.
Böylece ‘ölmeden ölenlerden olunuz’ tavsiyesiyle bize bir başka sırrın daha hediye edilmiş olduğunu anlıyoruz.
Ve anlıyoruz ki sadece iki kapı yok (yani sadece doğum ve ölüm kapıları yok)!
Doğum sonrasında deneyimlediğimiz bu yaşam rüyası sırasında da bu kapılardan birkaç tanesini fark edebilmek ve hatta açabilmek pekala mümkün.
Ölmeden ölmeyi başarabilenler – diğer ifadesiyle hayattayken rüyada olduklarının farkındalığıyla ruhsal uyanmaya ulaşabilenler – bahsedilen bazı kapıları yukarıda bahsedilen ikinci kapı olan ‘ölüm kapısından’ önce bulabilier ve açabilirler.
Anlaşılan o ki ‘doğum dışarı doğru’, ‘ölüm ise içeri doğru’ açılan kapılara işaret.
Dışarıya doğru açılan kapı, aynen evimizde oturmaktan sıkıldığımızda dışarı çıkmamız gibi ‘belli bir amaca hizmet ediyor olmalı, değil mi?’
Dışarı çıkmak, farklı yerlere ve kültürlere seyahatler yapmak, her şeyden çok dünyayı görmek ne kadar bizi heyecanlandırsa da, derinlerde bir yerlere yazılı olan (dönüş tarihinin ‘açık’ bırakıldığı) dönüş biletimizin, yani ‘eve dönüş yolculuğunun bilgisi’, gerçek manasıyla ‘eve dönüşün farkındalığı’, bizi ‘rüyalar alemine ölüp hakikatler dünyasına doğmak üzere, içe doğru açılan kapıyı itme arzusu ve ait olduğumuz frekanslara dönmek’ niyetiyle dolduruyor.
Bu ne güzel bir sır, ne muhteşem bir haberdir dostlar. Öyle ya:
‘Dışa açılan kapıdan (hakikat kapısını dışa doğru aralayıp) buralara gelişimiz de, (sonrasında buralardan, yani rüyalar aleminden hakikatler frekansına doğru geçişi sağlayan) içe açılan kapıdan gidişimiz (dönüşümüz) de ilahi bir yolculuğun sadece küçük bir kısmını oluşturuyor.'
Sokrat, zehir içerek ölüme mahkum edildiğinde, elindeki zehir kabını tutup içmeden önce Atina halkına dönüp şöyle der:
“Ey Atina halkı, bana ‘ölümden korkmuyor musun?’ diye soruyorsunuz. Ölümden korkmuyorum.
Neden korkayım ki?
Eğer ‘ölüm’ sizlerin inandığınız gibi ‘sizi kimsenin rahatsız edemeyeceği derin bir uyku hali’yse, sorun yok; kimse beni rahatsız etmeden uyurum, harika. Yok ‘ölüm’ benim anladığım gibi ‘benden önce yaşamış alimlerle ve dostlarla karşılaşıp sohbetler edebileceğim mutlak hakikat boyutuna doğru yapılan kutsal bir yolculuksa – ki öyledir,’ bırakın defalarca kez öleyim!”
Selam, sevgi ve saygıyla,
Murat Kaplan