Kadim halklara göre yapılan bir iyilik sonrasında bir üne, şan ve şöhrete ulaşma beklentisi dahi kişinin kalbini lekeleyebilir.
Bu nedenle de 'iyilik yaparken sergilediğimiz davranışlarımızda ve zihinlerimizden geçirdiğimiz duygu-düşüncelerimizde ‘TEMİZ ve İÇTEN’ olmaya dikkat etmek ve yaptığımız iyiliği saklamak, yapılan iyilik karşılığında herhangi bir beklentiye girmemek şarttır'.
Aksi taktirde yapılan bu güzel görünümlü eylem 'iyiliğin özünde olması gereken samimiyete ve olması gereken niyete bencillik ve menfaat kiri bulaştırır ki bu da kişiyi tüccar yapar’.
Bizim kültürümüzde benzer şekilde yaygın olarak kullanılan, ancak uygulamada yaya kaldığımız şu sözleri hatırlamak yerinde olabilir:
'İyilik yap, denize at.' (Ayni iyilik yap ve yaptığın bu iyiliği unut.)
'Sol elin verdiğini sağ el bilmesin.' (Yaptığın iyiliği gizli tut.)
Ve Hz. Muhammed (SAV)’in şu sözüyle konuyu taçlandıralım:
'Sana yapılan kötülüğü ve senin yaptığın iyiliği derhal unut.'
İyilik niyetine sahipken yapılan eylemlerin neticesinde (iyiliği yapan kişinin talebi olmada dahi) sunulan bazı imtiyazlı hallerin de bir kir olarak değerlendirildiği kadim halklarda, iyilik neticesinde ulaşılan ün, şan ve şöhretten kurtulabilmenin tek yolunun 'sessiz/gürültüsüz zihin' olduğu söylenir.
Yani falanca iyiliği yaparsam ruhen, bedenen ve/ya zihnen ya da sosyal olarak şu iyilik ve huzur veya erdem/farkındalık/aydınlanma vs hallerine ulaşabilirim planı, düşüncesi ya da beklentisinden uzak olmak gereklidir.
Yapılan iyilik ve hayrın karşılığının beklenmesi yerine, zaten olması gereken olanın bu olduğu için varsayılan o halimizin iyi unsurlarla donanmış olması esas.
İyilik düşüncesi bir niyet, davranışlarda beklentisiz iyilik hali ise o niyete sadakat anlamına gelir.
Sevgi ve saygılarımla, Murat Kaplan