Çocuklarımızla - hatta çevremizdeki yetişkinlere - olan ilişkilerimizde onları 'elde ettikleri başarıları nedeniyle’ sevmek, övmek veya ulaştıkları herhangi bir başarıları sonrasında onlara gösterdiğimiz ilgi dozajımızda artış sergilemek, hatta onlara gösterdiğimiz taktirimizi daha bir dikkat çeker bir tavırla dile getirmek gibi 'masum görünüşlü' amaçlarla ödüllendirmek aslen onların kişisel gelişimlerine, kişiliklerine ve bizimle (ve diğer insanlarla) olan ilişkilerine zarar verecektir.
Sevgi ve ilgiyi kişilerin başarıları üzerinden ulaşabilecekleri değerler ve tutumlar olarak tanımlayıp belirlemek ve sadece (veya çoğunlukla bu şartlara bağlı olarak) onlara vermek, özellikle çocukları ‘dürüst, bağımsız, düşünebilen, girişimci ve cesur' olmaktan alıkoyan, bunlara bağlı olarak da güveni kaybetmelerine yol açan fevkalade sorunlu bir davranış şeklidir.
Çocukluk dönemlerinde önemli olduğu kadar yetişkinlik çağlarında da insanların sosyal var oluşlarını doğrudan etkileyen ve yakın çevreden başlamak üzere, öz varlıklarının çeşitli şekillerde onaylandığı 'kabul görme, taktir edilme ve birileri tarafından beğenilme ihtiyacı', ister çok küçük bir şarta isterse fevkalade ciddi bazı kriterlere bağlansın, insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olarak önemini asla kaybetmeyecektir.
Peki madem ’taktir edilmek, güvenilmek ve sevilmek' bu kadar hayati bir ihtiyaçlarımız, neden bir pedagog ‘çocuklarınızı ve sevdiklerinizi övmeyin’ diyor?
'Güven, sevgi ve saygı' gibi yaşamsal yakıtlarımız, bizim hava gibi su gibi en temel ihtiyaçlarımızdan. Bu manada temel ihtiyaçlarımızın giderilmesini ‘başarı’ gibi 'doğaları gereği süreklilikleri sekteye uğrayabilecek' bazı kavramlara bağlamak, insanın rötuşsuz tarafı olan ve hayatta kalmanın öncelikli amaç olduğu inancıyla çalışan ilkel benliğini korkuya ve güvensizliğe itecektir.
En ufak bir başarısızlık riskinin ‘güvensizlik, sevgisizlik ve taktirsizlik’ olarak anlam kazanacağı bir hayat, kişinin bilinçli zihni tarafından dışarıya ‘halledilebilir' gibi yansıtılsa da, bilinçaltı bu durumu 'ciddi bir tehdit’ olarak algılayacak ve ‘başarısız olmak ve sahip olunan güveni, sevgiyi ve taktiri kaybetmek gibi bir riske girmektense, mevcut hal en ideal hal olmasa da herhangi yeni bir girişimden ‘olası başarısızlık korkusuyla’ vaz geçecektir. Vaz geçecektir çünkü arka planda şöyle bir mantıksal işleyiş olması yüksek ihtimaldir:
'Madem taktir ve onunla ilintili diğer olumlu tutumlar başarıyla geliyor, başarısızlık da neticesinde taktir edilmemeyi ve dolayısıyla kabul görmemeyi, beğenilmemeyi, onaylanmamayı temsil edecek.'
Bu korkuyla hareket eden çocuk ya da yetişkin 'başarının garanti olmadığı herhangi bir teşebbüsten geri durmayı güvenli bir hal’ olarak algılayacak ve o doğrultuda davranışlar sergileyecektir. Bu sayede kişi hayatla ilgili hedef seçimlerini de ona göre belirleme alışkanlığı (veya çaresizliği) geliştirecektir.
Örneğin bir çocuk sürekli küçük-büyük her başarılı eylemin sonunda ödüllendiriliyor, ‘ölçüsüz’ övgüler (veya başarısızlık halinde de ölçüsüz cezalar) alıyorsa, herhangi bir ‘başarısızlık ihtimali’ tüm ödüller ve övgülerin kaybı anlamına gelecektir.
Kaybetmek ve başarısızlık sözcüklerini, üzerlerine yüklü tüm olumsuzluklarla, hayatlarının ilk günlerinden beri 'bulaşıcı hastalık virüsleri gibi' algılayan insanların, isimlerinin bu sözcüklerle birlikte anılma olasılığıyla, varlıklarının onay bulduğu sosyal ve/ya profesyonel çevrelerinde ‘hastalıklı varlıklar’ gibi görünme riskini nasıl algılayacaklarını bir düşünün. Bu insanın küçük bir çocuk olduğunu, güven, sevgi ve taktirlerinin kaybedeceklerini düşünecekleri kişilerin de anne babaları ya da sevilen diğer yakınları olduğunu hayal edin...
İşte her başarının arkasından görülen övgü ve taktir sonrasında deneyimlenen güzel duyguların kaybedileceği riski çocuklarda ciddi bir strese, fevkalade güçlü korkuya ve endişeye yol açtığında bu durum çocuklarımızı başa çıkamayacakları bir ikileme sürüklemektedir.
Sonuç olarak da kişi sahip olduğu güven, sevgi ve taktirikaybetmektense, riskli gördüğü, garanti edilememiş, kaybetme olasılığı olan bir sınav, teşebbüs hatta galip gelemeyeceği bir oyunda ya da bir etkinlikte yer almama tercihini kullanacaktır. Çünkü 'ya başarısız olursam?' sorusunun cevabı kabus gibi gelecektir.
Bu nedenledir ki, insanlar kendilerini (başarısızlıklarına ya da normların dışında sergilenen davranışlarına şahit olabilecek) kimselerin izlemediği, yalnız oldukları, tanınmadıkları sanal ortamlarda ve bildik kimselerin olmadığından emin oldukları yabancı şehir ya da ülkelerde daha girişimci ve risk alan tavırlar sergileyebilmektedirler.
Ve yine aynı sebeptendir ki çoğu kişi elektronik bir oyunda başarısız olup yenilse bile, kendisine en son kaldığı yerden başlama imkanı veren oyun formatlarını tercih etme eğilimindedir.
Yani dostlar, birilerinin girişimci, bağımsız, cesur ve kendine güvenli olmasını istiyorsak onlara 'güvenimizi, sevgimizi ve taktirimizi sadece başarılı olduklarında alabilecekleri' gibi bir izlenim uyandıran ödül ve ceza sistemlerinden uzak durmamız daha sağlıklı olacaktır.
Aksi taktirde yaşamsal yakıtlarımız olan 'güven, sevgi ve taktiri’çocuklarımıza ya da çevremizdeki insanlara ‘bir başarının karşılığı olarak’ vermenin gayet doğal bir sonucu olarak ‘sahte, yalana teşvik edilmiş, temelinde cesaretsizlik ve güvensizlik olan’ kişiler ve ilişkiler var etmiş olacağız.
Ve sanırım hiç birimiz bunu istemiyoruz, istemeyiz...
Sevgi ve saygıyla, Kaplan