En Büyük Yalanlar

8 Eylül 2024 Pazar 243 0 yorum

Toplum muhafızları rolüne bürünmüş, sürekli ve her fırsatta Ali’yi, Veli’yi, Ayşe’yi, Fatma’yı çekiştiren, kimseyi beğenmeyen ancak kendileri de çekiştirdikleri kişilerden daha iyi olmayan kalabalık bir güruh var… Kendileri dışında ‘herkes’ sorunlu, ‘herkes’ hasta…
 
 
Bu güruhun unuttukları şeyse 'kendilerinin de o 'herkes' grubuna dahil oldukları...
 
Neyse, konumuza dönelim: 'Eleştirmek güzeldir, gelişim için de doğru bir tutumdur; yeter ki üslup, zaman, yer ve muhataplar doğru seçilsin...'
 
Tatsız bir olay olduğunda, canice ve ahlaksızca davranışlar sergilendiğinde, toplumun geneline yansıyan haklı serzenişler, acı, şaşkınlık ve öfke gözlemlenir. Bütün bu duygular gayet normaldir ve hatta o acılı, öfkeli tepkilerin olmaması anormaldir. Bu konuda hemfikirizdir diye düşünüyorum. Yalnız bir konu var ki pek az insan hakkıyla anlıyor, içselleştiriyor ve bu derin anlayışı davranışa dönüştürebiliyor: 'öz değerlendirme'...
 
Hangi meslek grubundan olursak olalım, performans değerlendirme ve geliştirme yolculuklarında kurumlar çalışanlarını tek tek ve kurum kimliklerini bütüncül olarak bir 'öz değerlendirme' sürecinden geçirirler, geçirmelidirler...
 
Nedir bu 'öz değerlendirme' süreci?
 
Bireylerin sosyal ya da profesyonel anlamda kendilerini gözden geçirmeleridir.
Tarafsızca, dürüstçe ve şefkatlice...
 
Kurumlarda verdiğimiz danışmanlık, eğitim, seminer ve atölyelerde bu süreçleri sıkça çalışırız. Bu süreçler gerçek anlamda yürütüldüklerinden ciddi 'acılı ve aynı zamanda olumlu dönüşüm hikayelerine' şahitlik ederiz.
 
Öz değerlendirme olmadan dönüşüm olmaz...
 
Hemen her gün toplumumuzda içimizi dağlayan, sağlıklı insanları şaşırtan, korkutan, ürküten, kaygılandıran ve bazen radikal kararlar almasını sağlayan haberler duyuyor, benzer durumlara bizler de maruz kalıyoruz. Dijital ortamda eskiye göre çok daha hızlı hatta kontrolsüzce yayılan bu haberler yaşam kalitemizi doğrudan hedef alıyor. Sadece kalite de değil, sağlığımızı hedef alıyor bu bilgiler... Ruh hallerimiz yaşamsal reflekslerimizi ve enstrümanlarımızı felce uğratıyor... Davranışlarımız da aynı sebeplerle dönüşüyor... Algımız, kararlarımız, duygu-düşüncelerimiz ve hareketlerimiz, sözcük tercihlerimiz farklılaşıyor... Farketmiyoruz bile...
 
80-90'lı yılların çok kaliteli mizah anlayışı artık ya sadece cinsellikle ya da küfür, ahlaksızlık ya da hakaretle (aşağılamalarla) şekil alıyor. Daha acısı, bu bahsettiklerim rağbet görüyor, ilgi çekiyor, beğeniliyor. Öyle olunca da o tavır kabul görür oluyor ve özendirici bir hal alıyor, yaygınlaşıyor. Şöyle bir hatırlayalım: 'Zamanında tüm otorite ve genel toplum davranışlarının mizahı yapılırdı. Ne küfür, ne hakaret ne de aşağılama ya da ahlaksızlıklara ihtiyaç duymadan bir toplumsal gerçek eleştirilir, halkın dikkatleri çekilir, bir mizah motifleri buketi halinde sunulurdu.'
 
Artık o kaliteyi ya göremiyoruz ya da pek az görür olduk. Belli ki bu üzücü durumun farkındayız da ve yeri geldiğinde farklı ortamlarda yaşananlardan rahatsızlığımızı paylaşıyoruz insanlarla. Ama nedense hala artan bir şekilde milyonlar ahlaksızlığı, sahtekarlığı, şiddeti ya da üslupsuzları alkışlıyor, destekliyor ve büyütüyor... Bunu yapan kalabalık (ki o kalabalığa dahil olduklarını hep reddeden fakat davranışlarıyla bunun tersini kanıtlayan hallerinden bihaber) toplumda en ufak bir tatsızlık olduğunda ağız dolusu konuşup, satırlar boyu yazılar paylaşıp lanet okuyor, kınıyor, 'olamaz böyle bir şey' diyorlar...
 
Tuhaf mı? Evet...
Bir anlamı var mı? Hayır...
 
Çok kıymetli bir dostum geçtiğimiz hafta ona sorulan şu soruya nasıl yanıt verdi bakalım mı? Yazımım son kısmı ve evet asıl kısmı da burası zaten:
 
'Kurumlarımızda (resmi ya da özel fark etmeksizin) gözlemlenen bu olumsuzlukların nedeni nedir?'
 
O da yılların deneyimiyle şu anlamda bir ifade kullandı yanıtında:
 
'Bir toplumun herhangi bir alanındaki (zümresindeki) ortalama insan kalitesi neyse, onun diğer tüm alanlara yansıması kaçınılmazdır.'
 
Kendi içinde bulunduğumuz grubu (küçük, büyük, önemli, önemsiz, eğitimli, eğitimsiz, zengin, fakir, vb fark etmeksizin) tarafsızca gözlemleyin... Bu gözleme kendinizi de dahil edin ama. Ne kadar acı olursa olsun kendinizle birlikte o grubun insani değerlerini, yaşam algılarını, zihin haritalarını yani kalitesini inceleyin. Ulaştığınız ortalama, ait olduğunuz toplumun en üstten en alta tüm hücrelerinde kendini gösterir.
Zaman geçirdiğiniz en yakın birkaç arkadaşınıza bakın mesela... Onları ve birlikte oluşturduğunuz küçük grubun kalitesini gözden geçirin... Sonra o kişilerle ilgili dile getirmediğiniz, zihninizde bir yerlerde saklı tuttuğunuz küçük büyük eleştirilerinizi hatırlayın... En sevdiklerinizle ilgili bile acımasız, saygısız, kıskançlıkla hatta bazen nefretle dolu neler taşıyorsunuz?
 
...
 
Bir 'neyse' daha...
 
Bir cinayet işleniyor...
Bir ahlaksızlık yapılıyor...
Birileri gittikleri bir iş yerinde şiddete uğruyor...
Diğerleri sokakta, toplu taşımada taciz yaşıyor...
Başkaları sesini duyan birileri olmadığı için adaletsizlikle ömrlerini heba ederken, birileri tüm kirleri pasları ve irinleyle 'kendilerini eleştiren kitlelerin omuzları (beğenileri) üzerinde yücelmeye devam ediyor...
 
Ama iki satır yazıp hikayemize atınca sorumluluğumuz bitiyor...
 
Daha da ilginci, bir hikayesinde acı, üzüntü v öfke varken, bir, belki iki hikaye sonra bir eğlence merkezinden paylaşım yapan 'aklı, gönlü karışık' insanlar kitlesi oluveriyoruz. Kızmak, kınamak, lanetlemek 'sadece bir görev/görüntü' sanırım...
 
Üçüncü ve son 'neyse'...
 
Bir grubun ortak (ortalama) zekası, onu oluşturan kitlelerim zekasından düşüktür... Bu ifade sosyal bilimin önemli bir bulgusuna ait: 'kitle psikolojisi'...
 
Ne siz, ne de ben az önce okuduğunuz satırlardaki muhataplardan değiliz tabii ki... Bizler (tek tek) gelişmiş bireyleriz. O eleştirdiğimiz kitle zekasının bir parçası olamayız... Yoksa olabilir miyiz???
 
Kimiz biz Tanrı aşkına???
Kimsiniz siz???
 
Çocuklar ölüyor!
İnsanlar şiddete uğruyor!
Adalet, ahlak ve güvenlik arasındaki ilişki artık tanımlanabilirlikten çıkmış!
 
Hala birkaç hikaye paylaşınca sorumluluklarımızdan kurtulmuş mu oluyoruz?
 
Daha 24 saat geçmeden de bir düğün, eğlence ya da keyifli bir anın paylaşımıyla kendimizi kirletmiyor muyuz???
 
Boşversenize...
Zaten boşvermişsiniz...
 
Ne halimiz varsa görüyoruz işte...
O canavarlar Mars, Neptün ya da başka bir gezegen veya sistemden gelmediler. Sizden bizden birileri hepsi de...
Kendinizden kaçamazsınız...
Yalanların en büyüğünü kendinize söylüyorsunuz...


Yorumlar

  • Henüz yorum yazılmamış. İlk yazan siz olmak ister misiniz?

Yorumunuzu Paylaşın