“Aynı rüyayı gören kişi sayısı ne kadar artarsa, ortak rüya alanının o rüyayı paylaşan fertler üzerindeki etkisi o kadar artacaktır!”
Nasıl oluyor da bir insan vücuduna sarılan bombalar ve patlatma fünye ya da düğmesiyle insanların arasına giriyor ve kendi yaşamına son veriyor?
Nasıl oluyor da bir insan zaten özü oluşturan bir inanç sisteminin varlığına rağmen, o özün küçük kırıntılarıyla idare etmeyi kabul ederek, birtakım mülâhazalarla beslenmiş argümanlara yenik düşüp, bazı mantık ve 'teslimiyete dayalı düşüncelerle desteklenen' yepyeni ritüelleri olan (incelendiklerinde ise o inancın özünden fersah fersah uzaklaşmış olan) bir yan sanayi ürünü inanç sistemine bağlı olabiliyor; 'kutsaldır, yargılanamaz' ön mührüyle koruma altına alınmış sanal bir sisteme hayatını, varını yoğunu verebiliyor?
Nasıl oluyor da bir insan desteklediği bir spor takımı ya da siyasi partinin ismi, renkleri, logosu, (her dönem kendi çıkarları için başka bir takım ya da partiye geçebilme anlamsızlığına rağmen onların) temsilcileri (oyuncuları, millet vekiller vs) veya forması uğruna, vatan savunmasında savaşırcasına 'suni şekilde uydurulup var edilmiş olan karşı taraf' ya da 'muhalefet' psikolojisiyle canı pahasına eline geçen taş, sandalye, sopa, pala, bıçak ya da ateşli silahlarla meydanlara çıkabiliyor, yaralayıp yaralanabiliyor ve öldürebilip ölebiliyor?
Bir insan nasıl fanatikleşir? Bu ‘bağımlı kılma ve algı operasyonlarının kurbanlığı' psikolojisinin arkasında yatan gücü nasıl anlamalıyız? Bir spor takımı, bir siyasi parti, cemaat ve/ya bir terörist grup nasıl türden insanları hedef alır ve onca insanı bünyelerine nasıl dahil eder? Bir insanı hangi metotlarla bu derece teslimiyetçi, saldırgan ve derinlemesine cehalet çukuruna düşmüş, zavallı bir kimliğe büründürebilirler? İnsanların bir gruba dahil olma ihtiyacının arkasında yatan psikoloji nasıl tahlil edilmelidir?
Bütün bu soruların cevaplarını detaylarıyla tartışmak pekala mümkün.
Öncelikli olarak, şunu biliyor ve kabul ediyoruz ki 'yukarıda anlatılan algı operasyonlarının kurbanları ya da tarafları, bir savunma psikolojisiyle bu yazıdaki düşünceleri derhal reddedecek, abartılı bulacak, onların öne sürecekleri her argümanları çürütüldüğünde ise saldırgan bir tavırla ya o ortamı terk edecek, ya muhataplarına saldıracak, ya da o kişiyle çıkar ilişkisi bitene kadar 'yakalanmış olmanın ağır suçluluk şuuru ve baskısıyla' öfkesini içinde yaşayacak, dişlerini gıcırtatacak ve çıkar bağı biter bitmez ilişkisini kesecektir'. Bu ön kabulle giriş kısmımızı kapatıyor ve yukarıda sıraladığımız soruların cevaplarına geçiyoruz:
İlk önce anlatılan onca yaralı psikolojinin arkasında yatan asıl nedeni iyi anlamak gerektiğine inanıyorum. Sonrasında ilişkili diğer cevapları da zaten bulmuş olacağız.
Ustam bir ara rüya alemine iman edenlerden bahsederken şöyle demişti:
"İnsanlar birbirlerinin rüyalarına dahil oldukça hakikat ikliminden uzaklaşarak kendi gerçekliklerini var ederler. Sonra da var ettikleri bu sanal gerçekliklere iman ederler.
(Burada ve diğer çoğu blog yazımızda bahsedilen ‘iman’ kavramını doğru anlamanın, çoğu zaman neden bahsettiğimizi anlamanıza yararlı olacağını düşünerek, bu güçlü sözcükle demek istediğimizi kısaca anlatmak istiyorum. ‘İman’ sözcüğü, kişinin bilinçdışı, bilinçli zihni ve yüreğiyle bir anlaşma yaparak bir ilahi makam, bir insan, olgu, düşünce, ortak değer ya da ideale teslimiyetini ilan etmesidir.)
İnsanların imanlarının gücü, aynı rüyaya dahil olan diğer insanların sayısıyla birlikte artar. Bu 'sanal güvenli liman' arayışları sırasında aynı rüyayı gören insanların sayısı arttıkça ortak rüya alanındaki her bir ferdin imanı ve kişilerin 'paylaşılan rüyaya teslimiyeti' de güçlenir. Bu yüzdendir ki, insanları bir arada tutabilmek ve ortak ideallerde kalıcı kılmak, onların ortak rüyaya imanlarıyla doğrudan ilişkilidir.
İnsanlar, sorgulayan doğaları gereği, ara ara uyanma eğilimi gösterirler. Bunu bilen 'rüya gardiyanları' rüyaya inancını yitiren kişilerin rüyalarının derinleşmesine yardım edecek çalışmalar yaparlar. Bunu oldukça bilinçli ve planlı çalışmalarla yaparken en önemli hedef, 'insanların hakikatten nefret etmesini, uyanmaktan ve ortak rüya alanından çıkıp başka rüya alanlarına dahil olmaktan korkmasını sağlamaktır’.
Bu durum, varlıklarını rüyadakilerin kendilerine hizmet etmesi üzerine kurgulayan ‘rüya gardiyanları' tarafından öyle ciddiye alınır ki, yapılan tüm ‘derinleştirme çalışmalarına' rağmen uyanma eğiliminde ısrarcı olanların - diğer rüya sakinlerine olumsuz örnek olabilecekleri korkusuyla - hayatlarına son verme seçeneğini bile değerlendirirler. Böylece mevcut rüya ve sakinleri, ortak alanda muhafaza edilmiş olur.
Daha önemlisi ise, uykudaki insanların (rüya gardiyanları tarafından ikna edildikleri şekilde) bulundukları rüya alanındaki varlıklarını sabit kılmak ve rüyalarını güçlendirmek üzere, yeni rüyacıları ortak alana çekmeleri gerekliliğine inanmış olmaları ve bu anlamda çok ciddi bir sorumluluğu ‘tam bir kararlılık içinde üstlenmiş olmalarıdır. Öyle ya, 'ortak rüya alanına kazandırılan her yeni kişi, rüyaya ve onun vaat ettiklerine imanı güçlendirecektir'.
'Bazen kişiler geçici ortak rüya alanlarını da paylaşırlar' ve o kısacık zaman dilimlerinde dahi ‘ortak rüya alanının güçlü etkisini' hisseder, yaşar ve o süre neticelendikten ve ortak alanın dışına çıkıldıktan sonra bile paylaşılan rüyanın etkisini hatırlar, yeniden o alanı deneyimleme arzusu hissederler. Örneğin bir konsere gidilir ve yüzlerce, binlerce insan ortak hareketlerle danslar ederler; eşlik edilen şarkıda paylaşılan sesi ve birlikte deneyimlenen duygu selini paylaşırlar; oluşan bu ortak duygu alanı, aslında bir ‘ortak rüya paylaşımıdır’ ve konserdeki seyirci sayısının çokluğu ölçüsünde o an paylaşılan rüyanın derinliği ve o ana, an içinde yaşanan ortak duygulara teslimiyet de artar. Çoğu insanın birbirlerini tanımadıkları böyle bir topluluk, aynı rüya frekansını paylaşırken herhangi akıllı bir yönlendirmeyle tüm kalabalık, ünlü ’sürü psikolojisi’yle belli bir istikamet ve amaca hizmet edebilir.
Aynı durum büyük stadyumlarda bir araya gelen onlarca bin kişilik taraftar topluluğu, bir protesto amacıyla bir şehir meydanında toplanan kalabalık, ibadet niyetiyle bir araya gelmiş topluluklar ve irili ufaklı grupların hepsi için de geçerlidir. İnsanlar ‘ortak rüya alanlarını' kısa, orta ve uzun süreli olarak paylaşabilirler. Ortak alanda geçirilen zaman ve o alana ait dinamiklerin etkisinde sürülen yaşamın ‘safiyane samimiyeti’ ya da ‘fanatikliği’ rüya sahibinin teslimiyetini ve rüyaya sadakatini belirlemektedir.
İşte bu 'ortak rüya alanları'nın bazıları 'ortak kabus alanına' dönüşmekte ve o rüyaya iman etmiş insanlar, rüyanın dışındakiler için 'akıl almaz' eylemleri 'hipnozluymuşcasına' gerçekleştirebilmektedir.
O nedenledir ki, kişiler kimlerle, hangi türden ortak rüya alanlarına girip çıktıklarına fevkalade dikkat etmelidir! Çünkü insanlar deneyimlenen ortak rüya alanlarının cazibesi ve katılımcı sayısındaki etkiyle bir zamanlar nefret ettikleri bir düşünce ya da yaşam tarzını bir anda kabullenebilir ve onların rüyalarına ortak olmaya başlayabilir.
Korkunç olan ise bu rüya alanlarının sarhoş edici atmosferinin toplumun çoğunluğunun muzdarip olduğu duygulara sahip kimlikleri derhal etkileri altına almalarıdır. Bu duygulara sahip insanların ortak rüya alanlarına dahil edilmeleri oldukça kolaydır. Peki nedir bu insanların koruma kalkanlarını yok eden duygular diye sorarsak cevabımız şöyle olacaktır:
- sevgisizlik,
- geçmiş pişmanlıklar,
- korkular,
- gelecek endişesi,
- duygusal yaralar,
- maddi manevi zaaflar,
- duygusal travmalar,
- yalnızlık,
- başarısızlık ve ölüm korkusu,
- mutsuzluk,
- olumsuz duygu ve düşünceler,
- kronik fiziksel sorunlar,
- kendine inanmama, güvenmeme,
- insanlara güvenmeme,
- yalan ve diğer kötü alışkanlıklara meyil,
- bağımlılıklara sahip olma,
- zayıf irade,
- ahlaki ve ruhani zayıflık,
Öyleyse başkalarının ortak rüya ya da kabus alanlarına düşmemek için olumlu bir hayat sürmek, farkındalık çalışmaları yapmak, uyanma gayreti içerisinde olmak, niyet ve davranışlarımızı temizleyerek bu tür saldırılara karşı savunma sistemimizi güçlü kılmak gerekiyor. Aksi taktirde biz ya da sevdiklerimiz kötü bir sosyal grubun, dini cemaatlerin veya terörist grupların potansiyel hedefi olacağız...
Hatırlayalım:
“Aynı rüyayı gören kişi sayısı ne kadar artarsa, ortak rüya alanının o rüyayı paylaşan fertler üzerindeki etkisi o kadar artacaktır!”
Belli ki ne kadar kişi uyanırsa o kadar huzurlu bir dünya bizim ve sevdiklerimizin olacak. Ama ilk uyanış kişinin kendisinin uyanışıdır ve o olmadan kimseyi iman ettikleri rüyalarından uyandırma ihtimali yoktur… Bütün bir uyanış kişinin kendisinin uyanışıyla mümkündür!!!
Sevgi ve saygıyla, Kaplan